Kırmızı Leylek Yayın Grubunun En Çok Satan Kitapları
“Onlara bulaşmak bir çamur deryasına düşmek gibidir; çabaladıkça daha da dibe batarsın.” Ebru, anne ve babasıyla yaşayan liseli bir genç kızdır. Sıradan hayatı, davranışları ve görüntüsüne rağmen, herkes tarafından dışlanılır. Sadece ailesi tarafından sevilir. Doğum gününde bir dilek diler ve bu dilek hayatını tümden değişir. “Sessizliğin içinde bir fısıltıyı bile duymak kolaydır. Ama ben, tüm dünya aynı anda çığlık atsa bile onu duyabiliyorum.”
Özel Arabul, çocuk yazını alanında önemli izler bırakmış yapıtların yazarı olarak bilinir. Ayçiçeği’nin bu yeni ve güncellenmiş baskısıyla, yeni kuşak okurlar da bu birbirinden ilgi çekici masallarla tanışma olanağı bulacak. Sınırsız bir düş gücüyle, temiz ve pürüzsüz bir anlatım birleşince ortaya böyle güzel bir kitap çıktı. Dupduru ve renkli masalları özleyenler bu kitabı kaçırmamalı.
Demek hedefine ulaşmak istiyorsun, öyle mi dostum? Allah tanığımdır ki bunu ben de çok istiyorum. Ama önce durumunu ve koşulları belirleyecek, sonra çalışmaya başlayacaksın. Kendini sıkı bir düzene sokman gerekecek, yemeğini belirli kurallara göre yiyecek, abur cubur yiyeceklere elini sürmeyeceksin. Bilgisayardan ve cep telefonundan uzak duracaksın. Canın istese de, istemese de havanın sıcak ya da soğuk olduğuna aldırmadan belirlenen saatte derslerinin başında olacaksın. Soğuk sulardan uzak duracaksın, canın çekse de kola içmeyeceksin. Sözün kısası, kendini bir doktora emanet eder gibi hedeflerinin emrine gireceksin. Ama bunca uğraştan sonra belki öğrenmekte zorluk yaşayacak, sınavların istediğin puanla sonuçlanmayacak, imkânların git gide seni daha da zorlayacak ve belki de yorgun ve bitkin düşeceksin. Asla cesaretini kaybetme! Dersleri zayıf bir öğrenciye başaracağına inanıyorum diyen öğretmenini taklit et! Sende zihnine öyle seslen. İnsan zihni kadar kolay idare edilen bir şey yoktur. Sadece istemek gerekir. O zaman her şey olur. Eğer kendini bırakırsan her şey seni bırakır. Mahvolmak ya da kurtulmak senin elinde… Hatırla Agrippinus’un güzel bir sözünü: ‘Kendi kendime asla engel olmayacağım’
Başörtüsü sorunu ve katsayı uygulamasını kaldırarak devrim niteliğinde adımlara imza atan YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın görev yaptığı 2007-2011 yılları arasında Türkiye gündemine oturan birçok olay ilk kez bu kitapla gün yüzüne çıkıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın YÖK’teki kulağı kimdi? YÖK eski Başkanı Özcan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatlarına neden itaatsizlik etti? Başörtüsü serbestliği için üniversitelere gönderilen yazı nasıl ortaya çıktı? Katsayı sorunu çözümü için öne sürülen 0.3 ve 0.5 katsayılarının anlamı neydi? Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümleri neden açıldı? Uzaktan Eğitim diplomalarına denklik nasıl verildi? İlahiyat önlisans diplomalarındaki şerh nasıl kaldırıldı? Sabancı Üniversitesinin uygulaması Türkiye’de nelere vesile oldu? Öğretim üyesi açığı nasıl giderilebilir? FARABİ ve MEVLANA Değişim Programları nasıl ortaya çıktı? YÖK neden kapatılmalı? ÖSYM’deki kopya olaylarındaki gerçekler YÖK’te beklenmeyen gelişmeler ve ilk kez duyacağınız iktidar çekişmeleri…
Koronavirüs salgını nedeniyle okullarda bir süredir yüz yüze ders yapılamadı. Daha önce bilmediğimiz bir kavramla tanıştık. Uzaktan eğitim anlayışı hayatımıza girdi. Yaşanan benzersiz süreçte öğrenciler ve öğretmenler farklı tecrübeler edindiler. Bazen komik bazen dramatik, uzaktan eğitim kazaları yaşadılar. Bunların neler olabileceğiyle ilgili tadına doyamayacağınız bir kitap hazırladık.
Okumanın bir lüks değil, temel ihtiyaç olduğuna inanan nesiller yetiştirmeliyiz. Her yaştan çocuğun sıkılmadan keyifle okuyacağı, eğitimcilerin bir çırpıda neşeyle okuyup bitireceği, günlük hayatın yorgunluğunu atmak isteyen anne babaların faydalanacağı bu kitabımıza mutlaka bir şans vermelisiniz.
Yaprakların sararıp yavaş yavaş kuruması ve ardından da çürüyüp toprağa karışması gibi insan da yavaş yavaş ve adım adım toprağa doğru ilerler. Üstünde bir zamanlar gezip dolaştığı ve “Benim” dediği her şeyin aslında kendine ait olmadığını idrak etmesiyle yaşlandığını yahut toprağa yaklaştığını anlar. Bu bir zaman sonra hayalden öte sanki hiç yaşanmamışlık düşüncesine bırakır kendisini ama her şey yaşanmış ve olmuş hatta bitmiştir bile. Bilinmeyen nice sırlar, nice ruhlar ve nice niceler var ki nice sonra insan görmeye başlar. Ya ağaç? O da görmedi mi, bilmedi mi yalnızlığın ne olduğunu? Sonra bir ses duydu: Ben… Unuttuğun toprak…
Kayalıkların üzerinde güçsüz kanatlarıyla uçabilmek için mücadele eden küçük martı İnci’nin yol arkadaşlarıyla yaşadığı serüveni okumaya hazır mısınız?
Şimdiye kadar dünyada 56 ülkeyi gezdim. Japonya’ya gitmeden önce, bana hangi ülkeyi en çokbeğendiğimi sorduklarında hep İsviçre derdim. Ama Japonya’yı gördükten sonra, en beğendiğin üç ülke hangileri diye sorduklarında; Japonya, Japonya, Japonya diyorum ar k. İşte bu nedenle ilkseyahat kitabı yazmaya Japonya’dan başladım. Neden Japonya? “İnsan” kavramının, saygının, sosyal düzenin, medeniliğin, yaşam kalitesinin en üst düzeyde olduğu bir ülke burası.
Kapı yüzlerinin henüz birbirine dönük olmadığı zamanlarda inşa edilen Kaçgın Apartmanı’nın bir tarafı safları sık tutarken diğer tarafı gelecek zaman apartmanları için yer ayırtılmış tarlalarla örülüydü. Dünyada nereye savrulacağını bilemeyip, dış gözlere göre konumlanarak kendinden kaçan karakterlerin yaşadığı bu apartmanda gerçekleşen cinayetle başlayan hikâyenin aşkla süslenen satırları okuyucuyu şiirlerle dolu bir gezintiye çıkarıyor. Kaçgın Apartmanı’nda yaşanan ilginç olaylar diyaloglardan çok karakterlerin dış dünyayla kurduğu örüntüleri gözlemleyen bir bakış açısı ve örtük mesajlarla okuyucuya aktarılıyor. Metaforik ifadelerin de yer aldığı bu kurgusal roman, yazarın akıcı ve kendine özgün betimlemeleriyle biraz benden biraz senden biraz da ondan olan; ilişkilerin, karakterlerin topluma yabancılaşmasını, yalnızlaşmasını ve kültürel çatışmasını barındırıyor.
Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda Kamboçya’daki gelişmeleri, Pol Pot yönetiminde Kızıl Khmerlerin yönetime gelmesini merak ve heyecanla izlemiştim. Kamboçya’yı gezdikten ve “Ölüm Tarlalarını” gördükten sonra o dönemde bizlere doğru bilgiler aktarılmadığını gördüm. O yıllarda özellikle yurtdışından haber almak şartlar gereği kolay değildi. Seyahatimde, okuyup öğrendiklerimizin orada yaşananlarla örtüşmediğine şahit oldum. Kamboçya Gezi Rehberi kitabında Siem Reap, Phonom Penh, Kampot, Kep, Sihanoukville şehirlerini ayrıntılarıyla bulabilirsiniz. Kitapta tarihi ve kültürel bilgiler, ülke haritası, konaklama seçeneklerine ayrıntılarıyla yer verdim. Alanında bir ilk olan Kamboçya Gezi Rehberi’nin bu ülkeyi merak edenlere ve bu ülkeye seyahat edeceklere yararlı olmasını ümit ediyorum.
Ben Ayşe Kavak, sizden biriyim. Bir kardeş, bir arkadaş belki de bir büyüğünüzüm. Her şey daha üç yaşına girmemiş oğlumun kanserle tanışmasıyla başladı. Annelik tedavi döneminde evladımın yanında olup o iyileşsin diye verdiğim mücadelenin adıydı. Dik duruşumdu, canımın canının gözlerine bakarken ağlamadan durmaktı. Mücadele etmek anneliğin doğasında vardı. Oğlumun hayatı için tüm gücümle savaştım, sevgiyle kazandığım bu zaferi herkese anlatmak istedim. Gazeteci İlhan Kılıç ile birlikte kaleme aldığımız Kanserle Savaşanlar Kulübü kitabımızda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çeşitli kanser hastalıklarına yakalanmış saf ve masum çocukların verdikleri yaşam mücadeleleri anlatılıyor. Bu büyük düşman karşısında içleri kan ağlasa da yüzlerine gülen maskelerini takıp tüm zorluklar karşısında dimdik duran, onu yenmek için yıllarca fedakârlık yapan hasta yakınlarının öykülerini okurken sağlığınızın ne kadar değerli olduğunun farkına varacaksınız.
Donmak üzereydim. Ellerimi kaldırıp dua yapacaktım ama ellerim yukarda durmuyor, dudaklarım kımıldamıyor, bütün kemiklerim kendiliğinden titriyor, dişlerim de kontrol dışı birbirine vuruyordu. Kekeleyerek tamamladığım duadan sonra eve doğru yöneldim. Adım atmakta zorlanıyordum. Askerlik görevimden hatırladığıma göre böyle durumlarda vücudun hareket ettirilmesi, mümkünse koşulması gerekiyordu. Ben de zar zor koşmaya başladım. Gittikçe açıldım ve köylülerin gittiği evin kapısına ulaşabildim. Gerisini hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde birileri ıslak elle yüzümü ovuyordu. Don tehlikesi yaşamıştım ama ölmemiştim. Köylüler yanımda kalmamışlardı fakat şimdi özür dilercesine bana sahip çıkıyorlardı. Kimi ayağıma sıcak su koyuyordu kimisi de çay içirmeye çalışıyordu. Birkaç gün sonra çevre köylerde, “Köyün birinde bir kadının cenazesini kaldırmışlar, kadın da o kadar günahkârmış ki sorgu melekleri yanına gelince hoca kadının çektiği acıyı duymuş, dayanamayıp kaçmış ve en sonunda korkudan bayılmış.” şeklinde bir efsane dolaşmaya başladı. Daha da garip olanı, bu hocanın ben olduğum kendi meslektaşlarım arasında da yayılmıştı. Öyle ki, ancak bahar aylarında yapabildiğimiz aylık personel toplantısında arkadaşlarım, “Ne var oğlum bunda korkacak? Hiç cenaze kaldırmadın mı? Rezil ettin bizi!” gibi sözlerle bana takıldılar.